Gelgelelim başlıkta bahsettiğimiz deyişe... 'Nân' Farsça'da ekmek demektir, keza 'Nemek' de yine Farsça'da tuz demektir. Edebî ve tarihi terimlerle boğmamak adına kolay anlayacağımız yoldan anlatıyorum meseleyi... Ekmek ve tuz bizim için yemekte olmazsa olmazlardandır ancak bununla bitmiyor. Bu ikili ta Orta Asya'nın bozkırlarında hüküm sürdüğümüzden beri bizim için çok önemli bir sosyal olgudur. Bilmem hatırlar mısınız? Küçükken hep söylerdi büyüklerimiz "Öyle bir yol olsa ve sen mecburen o yoldan gitmek zorunda kalsan, önüne de biri Kur'ân diğeri ekmek dolu olan iki yol çıksa ve sen de mecburen birine basarak geçmek zorunda kalsan Kur'ân'a bas ama sakın ola ekmeğe basma!" Sadece bu bile ekmeğin bizde ne kadar önemli olduğunu gösteren bir durumdur.
Bitti mi? Bitmedi tabi, öyle kolay biter mi nimeti anlatmak? Ekmeği de tıpkı Kur'ân-ı Kerim gibi belden yukarıda tutarız, yere mecbur kalmadıkça koymayız değil mi? "Ekmeğini taştan çıkarmak" diye bir deyim vardır bizde, sonra misafire "ekmek, tuz ve su" ikram eden hâne sahibinin görevini yerine getirdiğini belirtir bir hadis-i şerifinde Hz. Peygamber(S.A.V.). Bir diğer hadis-i şerifte de şöyle buyururlar: "Ey Aişe! Kerim olana ikram et!(Kıymetli olan ekmeğe hürmet et) Zira şu ekmek, bir kavme nefret edip kaçmışsa bir daha dönmemiştir."(Kütübi Sitte, 6952) İşte bu yüzden ekmeğe hürmet ederiz biz. "Nânkör" kelimesi"nân" ve"kör" sözcüklerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Nân-kör yani "yediği ekmeği görmeyen"... Şüphesiz ecdad ekmeğin değerini bizden daha iyi biliyordu. Herşeyi en ince ayrıntısına kadar düşünen o akıl ekmeği de lâyık olduğu yerde tutuyordu. Ekmek buğdaydan, buğday başaktan, başak ise topraktandır. Zira insan da topraktandır. Ademi topraktan üstün kılan en büyük fark ona "Allah'ın kendi ruhundan üflemesi"dir...
"Nemek" yani tuz... Tuz bir baharat mıdır? Evet öyle diyorlar ama bizde hiç kimse tuzu baharat olarak kullanmaz, tuz bizim kültürümüzde tatlandırıcıdır. Bakarsınız analarımız, ninelerimiz yaptıkları tatlı yemeklere bile tuz eklerler. Bazılarımıza tuhaf gelse de tuz aslında yemeklere tat verir. Açın bakın Osmanlıca sözlükleri nemek veya tuz kelimelerinin ikincil anlamını "tat, tuz, lezzet" olarak belirtirler pek çoğu. Tuzun bu anlamda kullanıldığı Nabî'nin beyitini okuyalım:
"Derler ağyârı mezemmet nemek-i meclîsdür
Biz de gıybet edelüm meclîse lezzet gelsün."
("Başkalarını kınamak meclise tat getirir." demişler.Eski Türkler "Sözünge tuz kattı" ifadesini kullanırlardı bizdeki "söze şeker katma" deyimi yerine. Ve bizim için kutsal olan herşeyin olduğu gibi tuzun da ilâhi bir hikayesi vardır;
Biz de çekiştirelim, meclise lezzet gelsin.)
Rivayet edilir ki Hz. İbrahim oğlu İsmail ile birlikte Kâbe-i Şerif'i inşa ettiğinde, Rabbine hac için gelecek olanlara ne ikram edeceğini sorar. Allahu Teâla Cebrail'e cennetten bir avuç kâfur getirmesini emreder. Cebrail getirdiği kâfuru Hz. İbrahim'e verir, o da bu bir avuç kâfuru etrafa saçar. Etrafa saçılan kâfurdan bazıları denize, bazıları göle, bazıları da kayaya çarpar; denize isabet eden deniz tuzunu, göle isabet eden göl tuzunu, kayalara isabet eden de kaya tuzunu meydana getirir."Etrafınızda muhakkak görmüşsünüzdür, bazıları yemekten önce serçe parmaklarını tuza batırıp emerler, işte bu da Hz. Peygamberin(S.A.V.) sünnetlerinden biridir. Divân şairlerinden bazıları "şaraba tuz katmak"tan bahsederler. Çünkü şarap tuzlandığında sirke olur. Halâ bazı yörelerimizde yeni doğan çocuğun ağzına tuz konulur. Çünkü tuz saftır, kokuyu, kötülüğü engeller. Tuzun bizdeki bir diğer anlamı da "iyi huylu, güzel, hoş"tur. Karagöz ve Hacivat oyunlarındaki "Tuzsuz Deli Bekir" karakterine bir bakın, bir elinde içkisi, cebinde kaması, kabadayının, görgüsüzün biridir. Yani tabiriyle "tuzu eksik"tir.
Yazının sonunda benimde bu konuda epeyce yararlandığım bir kaynak olan Araştırma Görevlisi Mehmet Samsakçı'nın "Türk Kültür ve Edebiyatında Tuz ve Tuz-Ekmek Hakkı" adlı makalesinin linkini veriyorum. Konu hakkında daha ayrıntılı bilgileri bu makaleden edinebilirsiniz. Son olarak bu yazımı da bir hikâye ile bitirmek istiyorum;
Osmanlı Devleti'nin kurucusu ve ilk padişahı Osman Bey, Bizans tekfuru Mihail Kosses ile çok iyi arkadaştır. Öyle ki diğer bütün tekfurlar Osmanlı üzerine akınlar yaparken Mihail Kosses Osmanlı ile barış içinde yaşardı. Hatta Osman Bey kışlağa çıkacağı zaman değerli eşyalarını arkadaşı Mihail'e emanet eder, yazlağa geri döndüğü zaman da emanetlerini geri alırdı. Gel zaman git zaman Osman Bey'in babası Ertuğrul Gazi Bizans ile antlaşma yapar ve barışa karar verilir. Ancak bu arada diğer Bizans tekfurları Osmanlı'ya yardım ettiği için Mihail Kosses'e savaş açar. Barış antlaşmasına aldırmayan Osman Bey arkadaşı Mihail ile birlikte Bizans'ın karşısına geçer. Durumu öğrenen Bizans, antlaşmayı da hatırlatarak meseleyi Ertuğrul Gazi'ye bildirir. Ertuğrul Gazi hemen oğlu Osman Bey'i huzura çağırtır:
"Ey Oğul! Biz Bizans ile antlaşma yapmışken bu pervasız hareketin nicedir?" diye azarlayarak sorar.
Osman Bey'in babasına verdiği cevap şudur:
"Doğrudur, ben Mihail ile birlikte antlaşma yaptığımız Bizans'a saldırdım. Lâkin bunu antlaşmayı bozmak için yapmadım. Mihail benim cân dostumdur. Aynı sofrada ekmek-tuz yediğimiz olmuştur. Üzerimde Nân-u Nemek Hakkı vardır. Bizim töremizde aynı sofrada ekmeğini tuzunu paylaşanlar can yoldaşı olur. Ben töremin bana öğrettiğini yaparak can dostuma yardım ettim."
Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için;
Mustafa Samsakçı - Türk Kültür ve Edebiyatında Tuz ve Tuz-Ekmek Hakkı.pdf
"Tuz, ekmek hakkı bilmeyen kör olur."(Türk Atasözü)
Güzel bir yazı olmuş.
YanıtlaSilBeğenmenize sevindim.
SilHarika ve geliştirici öğretici bir yazı olmuş tebrikler :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim sağolun.
Sil