1 Ara 2016

Musul Türkiye İçin Neden Önemli? - Musul Sorununun Tarihsel Arka Planı

Bu yazıda; son zamanlardaki IŞİD operasyonları ile gündeme  gelen Musul Meselesini ve tarihsel arka planını, Musul'un Türkiye için önemini ve Fırat Kalkanı Operasyonu dahil pek çok konuyu paylaşacağız. Uzun bir yazı olacağından kahvenizi veya çayınızı hazır ederek okumaya başlamanızı ve sabır göstermenizi rica ediyoruz.
osmanli-doneminde-musul
Osmanlı Döneminde Musul en büyük eyaletlerden biriydi ve çoğunluğunu Türkmenler oluşturuyordu.
MusulIrak'ın ikinci büyük kenti, çoğunluğunu Araplar, Türkler ve Kürtlerin oluşturduğu; Kerkük'ten sonra Türkmen nüfusunun en yoğun olduğu kent.

1. Osmanlı'da Musul Vilâyeti

Osmanlı döneminde Musul; doğuda İran ile Bağdat, Şam, Halep ve Diyarbekir(Diyarbakır) eyaletleri ile çevrili bir vilâyetti. Ilıman bir iklime sahip olduğu ve Dicle, Huser gibi pek çok verimli nehir yataklarını içerisinde barındırdığı için tarım ve hayvancılığa oldukça elverişli bir yerdi.

Bunların yanında Musul hem Orta Doğu-Uzak Doğu hem de Orta Doğu-Avrupa güzergahında çok önemli bir şehirdi. Ayrıca Osmanlı'nın en karmaşık nüfus sistemlerinden birine de ev sahipliği yaptığı söylenebilir; vilâyet sınırları içerisinde; Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Şii, Süryani, Yezidi dahil pek çok dini inanç ve mezhebi barındırıyor ve bir arada tutabiliyordu. Bunda en büyük pay Osmanlı'nın vilâyetin nüfus dağılımını Müslümanlar -genelde- çoğunluk olmak üzere diğer gayrimüslimleri kaza ve sancaklarda eşit seviyelerde tutmasıydı. Böylece halk arasında kargaşa ve karmaşaların çıkması engellenmiş oluyordu. Tabi ki buna ek olarak hoşgörü ve adalet politikası da gerektiği gibi işliyordu. Osmanlı'nın Orta Doğu toprakları üzerinde yürüttüğü nüfus politikasına dayalı siyaseti 20. yüzyılın başlarına kadar genelde bu şekildedir. Ancak I. Dünya Savaşı yıllarına yaklaştığımızda İngilizlerin bu bölgedeki misyonerlik ve casusluk faaliyetlerinin had safhaya ulaşması ile Musul'da Osmanlının 16.yüzyıldan beri kurduğu düzen bozulmuş ve bir daha eski refahına kavuşamamıştır.

2. I. Dünya Savaşı ve Sonrasında Musul'un Durumu

1916 yılında İngiltere ile Fransa arasında imzalanan gizli antlaşma Sykes-Picot'a göre toprak paylaşımı.
Birinci Dünya Savaşına giden dönemeçte İngiltere-Fransa-Rusya Üçlü İtilafının en büyük amacı Osmanlı Devletini parçalamak, aralarında bölüşerek bu zengin topraklara -bilhassa Anadolu ve Ortadoğu'ya- hakim olmak, buraları bereketli bir sömürge haline getirebilmekti. Rusya ilgisini boğazlar ve sıcak denizler üzerine yönlendirmişken, İngiltere ve Fransa Orta Doğu coğrafyasında farklı planlar içerisindeydiler. 1915 yılında henüz savaşın başlarında İngiltere Arabistan yarımadasını ele geçirdi ve Osmanlı'ya karşı ayaklanan Mekkeli Şerif Hüseyin'i destekleyerek kendi kontrolünde bir Arap devleti kurma planlarına başladı. Britanya Yüksek Komutanı ve Şerif Hüseyin arasında gizli bir antlaşma imzalandı. Arabistanlı Lawrence ve pek çok İngiliz casusun da desteğiyle Araplar Osmanlı'ya karşı kışkırtılarak ayaklandırılıldılar. Fransa bu durumdan ve İngiltere'nin daha fazla yayılmasından endişe ettiği için Şerif Hüseyin ve Britanya Yüksek Komutanı arasında yapılan anmtlaşmaya karşı çıktı. Bunun üzerine İngiltere ile Fransa bir araya gelerek Rusya'nın da onayı ile aralarında bir antlaşmaya vardılar.(1917 devrimi sonrasında Rusya anlaşma ve paylaşımdan vazgeçmiştir.)

Yukarıdaki haritada da görüldüğü üzere, İngiltere Irak ve Suriye'nin kuzeyini kontrol altına alırken, Fransa da İç ve Güneydoğu Anadolu'dan başlayarak Kuzey Irak ve Suriyeyi sömürgeleştirecekti. Bu paylaşım 1916 yılında İngiltere ve Fransa arasında gizli bir antlaşma olan Sykes-Picot ile devreye girdi. Antlaşmaya göre Musul ve çevresi de Fransa'nın "Korumacı(!) Kontrolü"ne bırakılıyordu. Ancak çok geçmeden Fransa, Musul ve Anadolu çevresinde fazla tutunamayacağını anlamış; Anadolu'dan çekilmeye başlamış, diğer yandan da 1920 yılında Musul ve çevresini Orta Doğu'daki çıkarlarını desteklemesi nedeniyle İngiltere'ye bırakmıştır.

İngiltere, savaş esirlerine kötü davranıldığı ve Hristiyanlara zulüm edildiği yalanını ortaya atmış, Mondros Mütarekesi'nin 7. maddesine de dayanarak Musul'un kendisine teslim edilmesini istemiştir. Musul'daki Osmnalı Ordusunun komutanı Ali İhsan Paşa şehri İngilizlere bırakmamak için görevinden istifa etmiş ve yerine gelen komutan şehri boşaltmıştır. Bunun üzerine 15 Kasım 1918'de İngilizler Musul'a girmiştir. Bu ve diğer pek çok gelişmelerin akabinde Osmanlı Mebusan Meclisi toplanmış ve Musul ve Kerkük'ü de içine alan Misak-ı Millî'yi devletin sınırları olarak kabul etmiştir.

3. Milli Mücadelede Musul'un Durumu

Misak-ı Millî Musul ve Kerkük'ü de kapsıyordu.
Milli Mücadele döneminde de Musul Misak-ı Millî'nin sınırları içerisinde sayılmış ve alınması için gayret gösterilmiştir. Lozan'da bir sonuca varılamamış ve "Musul Sorunu", İngiltere ile Türkiye arasında çözümlenmek üzere ertelenmiştir. 1924 yılında Türkiye ve İngiltere bu sorunun çözümlenmesi için İstanbul Konferası'nda bir araya gelmiş; Türk Heyeti, "Musul'un 3te 2sinin Türk ve Kürtlerden oluştuğunu, bölgenin tarihi anlamda devamlı Osmanlı Devletine bağlı olduğunu ve savaşın ardından da bu gerçeğin değişmediğini" belirtmiş, bundan bahisle bölgede bir referandum yapılarak halka istediği tarafı seçme özgürlüğü verilmesini istemiş, ancak İngilizlerin buradaki halkın bilinçsiz olduğu şeklindeki söylemleri nedeniyle tartışmalar uzamış ve sonunda konferans bir sonuç alamadan dağılmıştır.

Mesele çıkmaza girince; Mustafa Kemal 1924 yılında Musul'un İngilizlerden geri alınması için buraya asker göndermek ve böylece İngilizleri Musul'dan çıkarmak anahatlarıyla bir plan yaptı. Ancak İngilizlerin bu plandan hemen haberi olmuş ve telaşa kapılmışlardı. İngiliz Hükümeti henüz I.Dünya Savaşı'nın bunalımını atlatamamış, ağır ekonomik masraflara girmiş, ordusu zayıflamış ve bu nedenle de halkın da isteği olan savaştan kaçınma politikasını benimsemişti(ki İngilizlerin II.Dünya Savaşı haricinde bugün dahi tüm siyaseti bu odak noktasındadır). İngiliz Lloyd George Hükümeti istifa etmişti ve bunun da etkisiyle siyasi bir istikrarsızlık hakimdi. Ayrıca Musul ve civarında bulunan İngiliz ordusunun Türk ordusuna karşı tutunma şansı çok azdı. Bu dönemde Büyük İngiltere(!)'nin Milli Mücadele'den yeni çıkmış Türkiye Cumhuriyeti ile savaşmaktan korktuğu ve çekindiği aşikârdır. Ki bu nedenle de her zaman olduğu gibi alçak siyaset anlayışını devreye sokmaktan çekinmemiştir. 

Musul'a hareket için ordu toplanıp, ayrıntılı planlar yapılırken İngiltere, casusları vasıtasıyla önce Doğu Anadolu bölgesinde Nasturî İsyanı, daha sonra da Güneydoğu'da Şeyh Sait İsyanını çıkartarak Musul için hazırlanan birliklerin bu isyanlara harcanmasını sağlamıştır. Türk Hükümeti bunda İngilizlerin bir parmağı olduğunu anlamışsa da hemen ardından müzakere koşulları öne sürülmüş ve Türkiye'nin eli kolu bu anlamda bağlı hale gelmiştir. 5 Haziran 1926 yılında Ankara'da taraflar arasında yapılan görüşmeler neticesiyle konu Türkiye aleyhine diyebileceğimiz şekilde sonuçlanmış ve Musul belirli şartlar dahilinde Irak'a bırakılmıştır.(Bknz. Antlaşma Maddeleri)

4. "Modern(!) Irak" ve Bu Dönemde Musul

Yazının ikinci bölümünde bahsettiğimiz, İngilizlerle birlikte Osmanlı'ya isyan eden Mekkeli Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal İngiltere'nin desteğiyle Irak Kralı oldu. İngilizler böylece Haşimoğulları(Hz. Peygamberin[s.a.v] soyu) soyunu kendi oyunlarına alet etmeyi ve Orta Doğu'da kendilerine bağlı bir devlet kurmayı başardılar. Gerek krallık dönemi, gerek komünizm yanlısı dönem gerek 1958 Darbesi, gerekse de Baas Devrimi Irak'ın; İngiltere, ABD, Almanya ve Rusya arasında süregelen paylaşım ve yer edinme çabalarının bir parçası olarak Irak'taki karışıklığı artırdı. Rejimler, hükumetler ve krallar hep bu dörtlünün Irak üzerinde siyasi ve sömürgeci egemenlik kurma savaşının birer parçası olarak değiştiler. Irak'ın yönetimi, Komünizm yanlısı ve Rusya taraftarı olan Abdükerim Kasım'ın 1958 Devrimi'ni İngiltere kendi tarafında olan Baas Devrimi(Hafız Esed, Saddam Hüseyin vs) ile sona erdirmiş, ancak Amerika bölgedeki çıkarları dolayısıyla 2003 yılında Baas Rejimini de sonlandırarak Saddam Hüseyin'i astırmış, yerine Başbakan sıfatıyla Londra sevdalısı(İngiltere!) ve Amerikan hayranı Haydar el İbadi'yi getirmiştir.
Özetle Irak, İngilizlerin pohpohlaması, Arap milliyetçiliği ve kendi iç hesaplarının verdiği heyecanla Osmanlı Devletinden ayrılmanın faturasını yaklaşık 90 yıldır ödemeye devam etmektedir.
Konudan sapmış olsam da burada Saddam Hüseyin'in son konuşmasını tekrar dinlemenizi rica ediyorum.

5. Musul ve Irak Türklerinin Durumu

Özellikle ABD'nin kimyasal silahları yok etmek için(!) işgal ettiği 2003 yılından beri Irak'taki gerilim daha da yükselmiş; ölümler, bombalı eylemler artmış, ve ülke çeşitli terörist gruplarının yuvası haline gelmiştir. Ancak bu karmaşa arasında bizler savaşın gidişatını takip ederken, içerde Türk nüfusa dair bir çok çirkin plan ve propaganda yapılmıştır. 1920lerden beri olmakla birlikte bu tarihten itibaren bölgedeki Türk nüfusun çeşitli sosyal soykırımlara tabi tutulduğu ya da resmi sayım ve belgelerde azınlık olarak gösterildiği bilinmektedir. Örneğin 1958 yılında pek çok belgeye göre Türk nüfusu toplam Irak nüfusunun %9'unu oluştururken bu rakam sayımlarda %2 olarak yansıtılmıştır. Bir başka tablo Lozan Konferansında İngiltere'nin tutumudur. İngilizler Lozan'da Musul Türklerini Türkmen diye nitelemiş ve Türklerden ayrı oldukları tezini ortaya atarak Musul'u elde etmeye çalışmış, ancak İsmet İnönü başkanlığındaki Türk Heyeti; Türkmen ile Türk'ün eşit anlamlı olduğunu, dolayısıyla Türkiye'deki Türklerin de Türkmen olduğunu ve aralarında bir fark bulunmadığını belirterek İngilizlerin bu oyununu saf dışı bırakmıştır.

Tarihe baktığımızda; Musul, Kerkük ve Erbil civarındaki Türk hakimiyeti Osmanlılardan çok daha önceye 12. yüzyıldaki Begtekinliler Beyliği'ne kadar uzanmaktadır, yani Türkler Musul'da muhacir değil yerlidir. ABD işgaliyle birlikte gelen kaos ortamından yararlanmaya çalışan ve ABD'nin yandaşlığını yaparak desteğini alan IBKY(Irak Bölgesel Kürt Yönetimi) de Kerkük ve Erbil'de Türk nüfusunu zora sokarak buralardan çıkarmaya yönelik politikalar yürütmüştür. 1994 yılında kurulan Irak Türkmen Cephesi bu politikalara karşı amansız bir savaş başlatmış ve bölgedeki Türk varlığının korunmasına büyük katkı sağlamıştır. IŞİD işgali öncesinde Irak'ta 2 ile 3 milyon arasında Türk nüfusunun yaşadığı tahmin edilmekteydi.

6. Musul'un IŞİD Eline Geçmesi(2014)

2014 yılında IŞİD işgaliyle el değiştiren Irak kentlerini gösteren harita. Kırmızı noktalar IŞİD, yeşil Kürt güçleri(peşmerge), beyaz ihtilaflı şehirler, siyah ise Irak hükümeti kontrolünde. Koalisyon güçlerinin saldırılarından ve Fırat Kalkanı harekatından önce Irak topraklarının %45'i IŞİD'in elindeydi. Bu oran şu anda %30 civarlarında.
2003 yılında ABD'nin Irak'ı işgali de Irak için yeni acıların habercisi olmuştur. Nitekim bugün IŞİD dediğimiz örgüt de tam bu karmaşa içerisinde Irak el-Kaidesi adıyla 2004 yılında kur(dur)ulmuştur. IŞİD'in büyüyüp gelişmesi ve kendine taraftar bulması bu kargaşa döneminde çok daha hızlı seyretmiş, üstüne bir de bölgede tuzu olsun isteyen Rusya ve İran gibi güçlü ülkelerin el altından desteğiyle örgüt çok daha güçlü bir hale gelmiştir.

10 Haziran 2014'te IŞİD 800 ila 1000 kişilik bir kuvvetle Irak'ın ikinci büyük kenti Musul'a girdi. Aynı günün öncesinde Musul ve civarında bulunan yaklaşık olarak 60 bin Irak askeri şehri tek kurşun atmadan terketti. Olayın ardından yayınlanan haberde bunun planlı bir çekilme olduğu ve emir-komuta zinciri içerisinde gerçekleştirildiği belirtildi. Hiçbir askeri kuvvetle karşılaşmayan IŞİD aynı gün Musul'un başkent olduğu Ninova eyaletini de tamamen ele geçirdi ve Türkiye'ye yönelik herhangi bir eylem yapmayacağı mesajına rağmen ertesi gün Türkiye'nin Musul Başkonsolosluğu'nu basarak Başkonsolos Öztürk Yılmaz dahil 49 konsolosluk çalışanını rehin aldı. 20 Eylül tarihinde tamamı sağ olarak kurtarılıp ülkeye giriş yapan rehinelerin IŞİD ile yapılan bir anlaşma sonucunda bırakıldıkları teorileri ortaya atılsa da dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu operasyonun MİT Dış Operasyonlar Daire Başkanlığı tarafından yapıldığını, bölgedeki Türk aşiretlerinden yardım alındığını, rehinelerin kurtarılmasında herhangi bir fidye ödenmediğini veya hiçbir örgüte taviz verilmediğini belirtti. 
Kişisel teorim IŞİD'in bu operasyonunda İngiltere-Irak Hümümeti parmağı olduğu ve Türkiye'ye "Musul hiç bir zaman sizin olmadı ve olmayacak!" mesajı verilmek istendiği yönünde. 6000 kişilik IŞİD kuvvetlerinden yaklaşık 900 kişinin bu operasyonda görevlendirilmeleri, 60 bin kişilik Irak ordusunun bir gün önce aniden Musul'dan çekilmesi, konsolosluğu korumakla görevli Irak Özel Harekât polislerinin yerlerinde olmayışı, rehinelerin alınmasının hemen ardından Türk Bayrağının gönderden indirilmesi, olayın ardından yabancı ülkelerden gelen ilk açıklamanın(tepki) İngiltere tarafından yapılması bu teoriyi destekleyen unsurlardır. Zira, sizlere yazının başından itibaren İngiltere'nin Musul söz konusu olduğunda her kurnazlığı yaptığı ve bu uğurda mubah-günah hiçbir yolu çekinmeden kullandığından bahsediyorum. Sonuçta bu bir teori, karar sizin...!
Bunun dışında IŞİD, içerisinde Türkmenlerin de bulunduğu pek çok sivilin Musul'dan göçüne neden olmuş ve geride kalan Türkmen nüfusun hayatını tehlikeye sokmuş, bu durum demografik dengeleri değiştirmiştir. Ayrıca IŞİD, Musul'daki Merkez Bankasını yağmalamış ve yaklaşık 420.000.000 doları ele geçirerek uluslararası kamuoyu tarafından yasa dışı kabul edilen tüm örgütlerden daha fazla parayı zimmetine geçirmiştir.

7. Musul Operasyonları ve Fırat Kalkanı(2016)

Musul'un alınmasına yönelik olarak koalisyon güçleri sadece havadan bombalamak suretiyle destek verirken Türkiye, ÖSO ve ona bağlı Türkmen birliklerini kontrolünde tutarak 2 yıldır IŞİD'den alınamayan Cerablus'u 12 saatte IŞİD'den temizlemiştir.
IŞİD'in Musul'u işgal etmesi üzerine Irak Başbakanı İbadi, hemen bir çağrı yapmış, dostları ABD ve İngiltere'den yardım istemiş, bunun üzerine ABD, Haziran 2014'te politik dostu Irak Hükümetine IŞİD'e karşı yardım etmek için havadan bombardımana başlamıştır. İngiltere'de ABD ile birlikte bölgedeki Kürtleri(PKK, PYD, YPG ve Peşmerge) silahlandıracağını ve Irak Hükümetine sonuna kadar destek vereceğini belirtmiştir. 
Türkiye hariç hiç bir ülke İbadi'ye tek kurşun atmadan ordusunu Musul'dan çektiği halde, İngiltere ile ABD'yi kendi topraklarına davet ederek istedikleri gibi davranmalarına neden izin verdiğini sormamış; aksine İbadi, kendi ülkesine sahip çıkamamasına rağmen, Türk kardeşlerini ve tarihi bağlarını korumak üzere bölgede operasyona girişen Türk askerlerini "istilacı" olarak nitelendirmiştir.
24 Ağustos tarihinde başlayan Fırat Kalkanı Operasyonu ile Türkiye'nin amaçları şunlardır:
  • Sınıra daha fazla göç dalgası ilerlemesini engellemek için 5 bin km kare büyüklüğünde askerden arındırılmış ve sivillere açık güvenli bir bölge oluşturmak
  • Sınır güvenliğini sağlamak
  • PYD'nin Fırat nehrinin batısına geçerek buradaki kantonları ile birleşmesini engellemek.
  • Bu karmaşadan yararlanarak PKK, PYD ve YPG'nin Türkiye sınırlarında egemenlik kurmasının önüne geçmek
  • Musul'un "Türkiye toprağı" olmasa da bir "Türk toprağı" olduğu mesajını başta ABD, İngiltere ve Irak olmak üzere tüm dünyaya iletmek.
  • Musul, Kerkük, Erbil ve civarında yaşayan 2 milyondan fazla Türkmen'in güvenliğini sağlamak.
  • IŞİD ile aktif mücadele ederek buralardaki halkın(özellikle Türkmen köylerinin) rahatlamasını sağlamak.
  • Kürt yanlısı hareketlerin bölgedeki Türk/Türkmen varlığını tehdit etmesini engellemek.
  • Son olarak -biraz şovenist bir yaklaşım olsa da- Türk ordusunun gücünü dünyaya göstermek ve koalisyon güçlerinin savaşamadığı veya savaşmaktan çekindiği IŞİD'e karşı onlara bir ders ve gözdağı vermek.
Nitekim Fırat Kalkanı Harekâtı'nın 100. gününe gelirken TSK destekli ÖSO birlikleri 1850km kare alanı IŞİD, PYD ve YPG gibi örgütlerden temizlemeyi başarmış, 220'den fazla yerleşim yeri kontrol altına alınmış, 730'dan fazla örgüt üyesi öldürülmüş ve terör örgütlerinin kullandığı binlerce depo, sığınak, bina, mevzi vb yok edilmiştir.

8. Sonuç

Sonuç olarak daha önce de belirttiğim gibi Musul; tarihi, politik ve kültürel bağların getirmiş olduğu zorunluluklar sebebiyle Türkiye toprağı olmasa da bir Türk toprağıdır. Vatandaşları olmasa da arasında dil, ırk ve din bağı bulunan kardeşlerini korumak, onlara sahip çıkmak ve sınırlarını tehdit eden güçler karşısında o devletin aciz kaldığı yerde bu sınırları kendisinin korumaya çalışması en doğal hakkıdır.

Bu uzun yazı boyunca bana katlandığınız için teşekkür ederim. Lütfen siz de değerli yorumnlarınızı esirgemeyi ihmal etmeyin.

KISA KAYNAKÇA: 

0 Yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınız kişiliğinizin göstergesidir. Ahlak kuralları çerçevesinde her eleştiri kabulümüzdür...

Bildirim

Copyright © Mavi Blog | Powered by Blogger

Design by Anders Noren | Blogger Theme by NewBloggerThemes.com