19 Mar 2015

Şu Boğaz Harbi Nedir?

Çanakkale Savaşı'na farklı bir bakış... Aziz şehitlerimizin ve gazilerimizin anısına...


Pek çoğumuz bu şiirle, hatta belki bu ilk mısra ile hatırlarız Çanakkale Savaşı'nı. Akif'in İstiklâl Marşı'ndan önce yazdığı en muhteşem eser. Şiirin de ilk mısrası olduğu üzere bizim Çanakkale Savaşı olarak bildiğimiz bu cephe, o zamanlar "Boğaz Harbi" olarak adlandırılıyordu, Birinci Dünya Savaşı ise "Harb-i Umumi" veya "Cihan Harbi" adıyla biliniyordu. Şiirin böyle başlamasının nedeni budur. Akif'in dizelerindeki duygu yoğunluğunu şimdilik bir kenara bırakıp savaştan çok daha öncesine II. Abdülhamid dönemine bir uğrayalım...

Bazılarının "Kızıl Sultan" diye nitelediği II. Abdülhamid,  daha 1890 senesinde yayınladığı bir emir ile Çanakkale ve Gelibolu bölgesindeki tüm bataryaların ve topların yenilenmesini, ayrıca civarda savunma hattı olarak kullanılabilecek kale ve duvarların da sağlamlaştırılmasını emretmişti. Abdülhamid'in bu emrinden yaklaşık 25 yıl sonra gerçekleşen savaşta İngiliz, Fransız ve İtalyanlara geçit vermeyen o top ve bataryalar işte II. Abdülhamid'in emriyle 1890 senesinde yenilenenlerdir.

Hazır İtilaf Devletlerinin adı geçmişken, Çanakkale Savaşı'ndaki kuvvetler dengesinin ne olduğuna bir göz atalım;
Deniz Savaşlarında İtilaf Devletleri'nin 24 kruvazör, 31 zırhlı, 25 muhrip, 14 denizaltı ve 50'den fazla taşıma ve lojistik gemisi ile Çanakkale Boğazı'na saldırdıklarını biliyoruz. Bu zırhlı ve kruvazörlerin kullandığı toplar otomatik ve dakikada her bir top otomatik 3 mermi ateşleyebilecek vaziyette. Ayrıca top mermilerinin geneli 45 ve 30cm. Bizimse en büyük top mermimiz 35cm. O da sadece Çanakkale'nin Anadolu yakasındaki bir mevkide bulunuyor. Genellikle 15cm'lik top mermileriyle taşınabilir bataryalarda, insan gücüyle(en az 4 kişi) namluya mermiyi sürüyor ve ateşliyor. Bataryalar taşınabilir olduğu için menzilleri pek kuvvetli değil, İtilaf kuvvetlerinin kruvazörlerden gönderdikleri top mermilerinin hızı da menzili de bizimkinin yaklaşık 4-5 katı. Bu nedenle ateş edebilmek için, zırhlıların topun menziline girmesi gerekiyor. İtilaf Devletleri'nin toplam kuvvetlerinin sayısı 530 bini biraz geçkindi. Buna karşılık daha sonradan harbe dahil olan kuvvetlerle birlikte Osmanlı Devleti'nin toplam kuvvetlerinin sayısı 700 bini bulmaktadır. 
Buna rağmen Osmanlı tarafı gerek cephane, gerekse lojistik anlamında -lanse edildiği kadar- eksik değildir, çünkü Osmanlı düzenli bir orduya ve komutaya sahipti, cepheye gönderdiği askerin yemek ihtiyacını da tabii olarak karşılayabilecek vaziyetteydi. Daha geçtiğimiz senelerde ortaya çıkan Çanakkale Savaşı'nda şehit düşen Mülazim-i Evvel(Teğmen) İbrahim Naci'nin günlüğünde de askere çok iyi yemekler verildiği ve askerin de yemekleri beğendiği açıkça yazılıdır. Zaten Osmanlı tarafından Almanlar'dan alınan para ve altınların çoğu savaş masrafları için harcanmıştı. En büyük sıkıntılardan biri sıhhiye yani yaralıların tedavisi konusunda yaşanmıştır. Sırf bu yüzden yaralı askerlerimizin yarıya yakını kurtarılamamış ve şehit düşmüştür. Daha sonradan Mustafa Kemal'in de doktorluğunu yapan, Boğaz Harbi'nde de sıhhiye görevi üstlenen Doktor Behçet Sabit, anılarında savaş sırasında çatışmalara ara verildiğinde ortalama bin yaralıya bir doktor düştüğünü belirtiyor.

Millet olarak duygusallığı fazla ön planda tutan bizler -maalesef ki- bazı gerçekleri dramatize etmeyi çok seviyoruz. Bundan nasibini alan olaylardan biri de -ne yazık ki- Çanakkale Savaşı'dır. Bunun yanında Kurtuluş Savaşı ile Çanakkale'yi, dolayısıyla Cumhuriyet ile Osmanlı'yı karşılaştırarak; Cumhuriyet döneminde daha az kuvvetle daha çok düşmanın yenildiği ve kayıpların da çok az olduğunu belirtenler var. Geniş perspektiften bakarsak biz Cumhuriyet kurulurken en büyük mukavemeti Yunanlılar ve Ermeniler ile yaptık. Doğu ve Batı Cephesi birbirinden bağımsız iken Osmanlı, Çanakkale ile birlikte 5-6 farklı cephede birden savaşıyordu. Aradaki farkı iyice idrak etmek gerek!

Başka bir spekülasyon ise şehit sayımız ile ilgilidir. Genelkurmay Çanakkale Savaşı'ndaki toplam kaybımızı 213 bin küsür olarak vermektedir. Ancak bu sayının içinde esirler, kayıplar, kaçaklar, yaralılar(yaralandıktan sonra çatışamayacak durumda olanlar) ve yaralandıktan sonra şehit olanlar da vardır. Sadece I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı'da 90 bine yakın kaçak asker olduğunu varsayarsak en şiddetli cephe olan Çanakkale'de en az 20-30 bin kaçak asker olduğunu düşünebiliriz. Esirlerle kaybolanların da bu sayıya yakın olduğu aşikâr. Ayrıca hemen iki paragraf önce yaralılarımızın pek çoğunun da şehit olduğunu belirtmiştim. -Harbedemeyecek durumdaki- yaralı sayısının ve daha sonra şehit olanların sayısı da toplamda 50 bine yakındır. Bunun en büyük kanıtı da Edirne, Tekirdağ ve İstanbul'daki Çanakkale Şehitlikleri'dir. Savaş esnasında bu illerimize tedavi amacıyla gönderilip burada şehit olan pek çok askerimiz mevcuttur.

Savaşın en üzücü sonuçlarından biri de 15-18 yaş arasında pek çok talebemizin yanında; okumuş, aydın ve subaylarımızı kaybetmiş olmamızdır. 1914-17 arasında Trabzon, Konya, Sivas, Galatasaray dahil pek çok ilimizdeki liseler mezun verememiştir. Aynı zamanda iki celp dönemi birden askere çağrılmış ve bu yavrucaklar kısa bir talimin ardından cepheye sürülmüştür. Bundan dolayıdır ki Mustafa Kemal "Biz Çanakkale'ye bir Dar'ül Fünûn(Üniversite) gömdük!" demiştir. Aynı şekilde II. Abdülhamid de lise ve üniversite talebelerinin de savaşa gönderildiğini duyunca buna çok içerlemiştir. Bundan dolayıdır ki İngilizler kendilerini Çanakkale'de "yenmiş" olarak görmektedirler. "Biz savaşta yenildik ama Türklerin genç çiçeklerini savaşta kırdırarak onların geleceğini yok ettik." Zira İngilizler de savaşa genç nesillerinin gireceği seviyeye geldiklerini anladıklarında Çanakkale'yi bir gecede terketmişlerdi. İngilizler haksız da sayılmazdı. İleriki dönemde; Kurtuluş Savaşı'nın ardından ülkeyi hızla kalkındırmak maksadıyla okumuş ve idealist gençlere ihtiyaç çok fazla olmuştur. 10. Yıl Marşında "10 yılda 15 milyon genç" ifadesi bile bunu açıkça belirtir niteliktedir.

........................................

AÇIKLAMA

Bu satırları okuyanlardan pek çoğunuz belki de bana sayıp sövmeye başlamıştır bile! Yılardır ben de sizler gibi iki gözü iki çeşme Çanakkale anılarını okuyanlardan biriyim. Hatta hiç unutmuyorum 7. sınıftayken ortalama her biri 200 sayfa olan Çanakkale Savaşı ile ilgili 4 kitabı bir günde bitirmiştim, ve gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olmuş vaziyetteydim. 4 kez Çanakkale'ye gitmeye yeltendim ama hiçbirisi nasip olmadı. Lise 1'den beri bir Çanakkale romanı yazmaya çalışıyorum, 100 küsür sayfasını üniversiteye gelene kadar tamamlamış biri olarak, savaşın 100. yılında bunu yayınlatmayı hayal ediyordum. Ancak araştırdıkça ve inceledikçe gerçeklerin bahsedilenden biraz daha, bazen çok daha farklı olduğunu gördüm. Sadece Türk kaynakları ile sınırlı kaldıkça savaşın sadece dramatize edilen yüzünü gördüğümü ve gerçeklerden uzaklaştığımı fark ettim. Evet Çanakkale çok büyük bir millet destanıydı, büyük bir din ve maneviyat eseriydi. Ama yanlış olan ve beynimi kurcalayan şeyler de vardı. Bunların bazılarını burada açıklamaya çalıştım. Tüm süreci bir "Tarihçi" gözüyle araştırmaya çabaladım. Almanların, Anzakların, İngilizlerin ve Türklerin hatıratlarını, günlüklerini okudum ve onların tarihçilerinin yazdıklarını... Almanların aslında bizi nasıl kullandıklarını ve cepheye sürdüklerini, hiçbir zaman samimi olmadıklarını; İngilizlerin savaş öncesi, sırasında ve sonrasındaki Ali Cengiz oyunlarını; -bize dost gözüken Anzakların- ülkelerine götürdükleri ve yakaladıkları esirlere neler yaptıklarını okudum. Bu "Centilmenler Savaşı(!)'nda, samimi ve gerçek centilmenin sadece biz olduğumuzu ve Türk'ün Türk'ten başka dostu olmadığını gördüm...

DUA

Allah'ım! Vatan için, bayrak için, sancak için, ve Von Sanders'in onlara "Ne için savaşıyorsunuz?" sorusuna "Allah için!" yanıtını veren tüm şehitlerimizin ruhunu şad eyle, onları iki cihanda aziz eyle! Bizlere de omuz omuza yürümeyi, onları örnek almayı, onlara örnek olmayı nasip eyle! Vatanımızı, dinimizi, ezanımızı, milletimizi, birliğimizi, bayrağımızı daim eyle! Amin!


5 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Çanakkale harbi hakkında hamaset yüklü birbirinin aynısı türkçe kitaplarla dolu.
    artık anzac, ingiliz,alman ve bizim ceddin anılarını okumuş, bugünün daha da artmış bilgi belgelerini taramış, bugünün diliyle yazacak bir yazarın kitabına ihtiyaç var. 100 senedir hala yapılmadı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Maalesef ki öyle! Neredeyse her kitap aynı şeyleri söylüyor, aynı kahramanlıkları anlatıyor. Ama "savaş" dediğimiz olgunun içinde yiğitlik de vardır, korkaklık da; iyilik de vardır, kötülük de... Çünkü orada -her iki taraf da birbirini cani olarak görse de- "insan" vardır.

      Yorum için teşekkürler...

      Sil
  3. Ruhları şad olsun koca yürekli insanların...

    YanıtlaSil

Yorumlarınız kişiliğinizin göstergesidir. Ahlak kuralları çerçevesinde her eleştiri kabulümüzdür...

Bildirim

Copyright © Mavi Blog | Powered by Blogger

Design by Anders Noren | Blogger Theme by NewBloggerThemes.com